Ümit Yenişehirli yazdı: Şu, ‘ışıklar içinde uyusun’un hikayesi
Ölüm, Allah’ın emri.
Ölen kişinin cenazesini usulünce kaldırmak, bu esnada ve sonrasında onu iyi dileklerle anmak da geride kalanlara düşüyor.
İslamiyet’te vefat edenlerin ardından, “Allah rahmet eylesin” demek, bir dinî vecibe ve gelenek.
Rahmet dilemek; yani vefat eden kişiyi hatasıyla, sevabıyla artık ve yalnız Allah’ın sonsuz merhametine tevdi etmek. Bu, bildiğimiz, asırlardır alışılmış anma biçimi olsa da son yıllarda kimi ölümlerin ardından “ışıklar içinde uyusun” dileği de duyulmaya başladı.
İslam hariç, pek çok dinde yaygın bir dilek
Bir vefatın ardından, genellikle ölen kişinin inançsal / ideolojik duruşu ve sosyal çevresiyle de bağlantılıymış gibi görünen / gösterilmeye çalışılan bu temenni ortalığı kaplayıveriyor, özellikle de sosyal medyada. Peki, bu “ışıklar” mevzuu ne zamanlar ve nerelerden geliyor, hangi inançsal köklerden besleniyor?
Dinler tarihi ve antropoloji kaynakları, toplumların / inançların ölüm karşısındaki tutumlarına ilişkin sayısız bilgi ve gözlemi günümüze taşıyor. Dünyada her din ya da mezhebin kendince bir cenaze ritüeli var.
Ölümün ilk anı ve takip eden yıllardaki anmalarda, bugün Türkiye’de de yeni yeni görülen “ışıklar içinde uyusun” dileğinin tarihi ise oldukça eski devirlere kadar gidiyor. Gerek eski çağ dinlerinde, gerekse Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta ışık teması hep var olmuştu. Ölü için yapılan dualarda ya bugünkü gibi “ışıklar” kelime olarak aynen kullanılıyor ya da bunun yerini tutacak, “aydınlıkta uyu / parlaklarda kal / ışık seninle olsun” gibi versiyonları bulunuyordu.
Eski Mısır’da “ışıklar” için meşaleler vardı
Eski Mısır üzerine “Başkalarının Masalları” isimli bir portalı yöneten Margaret Lucy Patterson’ın, “Eski Mısır Ritüelinde Yapay Işık” başlıklı yazısında anlattığına göre, “çocuk firavun” Tutankhamun’un mezarında da kap şeklinde, yağlı ketenden lambalar gerekli ışığı sağlamaktaydı. Lambalar belli aralıklarla değiştirilmekteydi.
Ayrıca, Mısır’daki normal cenaze törenleri de genellikle akşamüstüne doğru yapılıyor, mezarın etrafına, yağa batırılmış ketenlerden oluşan meşaleler bırakılıyordu. Eski Mısır’da ölümle ışık arasında bu kadar yoğun bir irtibat kurulmasının temelinde ise dönemin en büyük tanrılarından biri kabul edilen Ra’nın “Güneş Tanrısı” olmasının da etkisi vardı. Hemen her ışık kaynağı Ra’dan bir parça gibi düşünülüyordu.
Katolik Dinlenme Duası: “Üzerinde ışıklar parlasın”
Yahudilikte çok eski çağlardan beri ölülerin arkasından okunan bir ilahide de “Yükseklerdeki tanrı ölen kişiye parlaklıklar sunsun.” denilmekteydi. Hıristiyanlığın özellikle Katolik mezhebindeki cenaze törenlerinde önce kilisede, sonra da mezarlıkta – günümüzde de – okunan Ebedi Dinlenme Duası’nda ise “Onlara sonsuz huzur ver, üzerlerinde daimi ışık parlasın.” ibareleri yer almakta.
Anmalarda mezara bırakılan mumlar
History’de, Ivan Roman tarafından 18 Ekim 2023’te kaleme alınan “Eski Gelenekler Nasıl Küresel Tatile Dönüştü?” başlıklı yazıda da günümüzde Yahudilik ve Hıristiyanlıkta ölen kişileri anmalarda sıklıkla görülen mum dikmenin, yine antik çağlardan kalma bir gelenek olduğu anlatılmaktaydı. Eski dinlerin kimi cenaze törenlerinde, ölen kişi toprağa gömüldükten sonra mezarın yüzeydeki kısmına su, yiyecek ve yanan mum konulurdu. Toprağı da ekleyince mezarın, insana hayattayken gerekli unsurları öteki taraf için de sağladığı düşünülürdü. Mezar ziyaretlerinde mum dikilmesi de yine aynı inanışla yerleşmişti.
Budist mantralarındaki “aydınlık”
Yaklaşık 300 bin tanrısı bulunan Hinduizm’de, “en kıdemli tanrılar”dan biri olan ve günümüzdeki yoga ritüllerinde de adı geçen Narayana’ya ithaf edilen bir ölüm ilahisinde de “ışıklar” yer almaktaydı. Hindu rahip, ölen kişi adına bu tanrıya, “Varlığında aydınlığı, ışığı ve büyük sevinçleri bulduğum yüce varlık.” diye seslenirdi.
Hinduizm’de olduğu gibi Budizm’de de ölenlerin ardından mantra (şiir-ilahi) söylemek bir gelenekti. Bu mantraların birinde, “Diriler ve ölüler tam bir aydınlanma içinde yaşarlar.” denilmekteydi. Çok uzun asırlardır bilinen Tibet Ölüm Duası’sında ise “Senin ışığının gücüyle huzurlu bir şekilde ölebilir miyim?” yakarışına yer verilmekteydi. Bütün bu ilahiler günümüzde de okunmakta.
Bu arada, yine son yıllarda sıkça kullanıma giren, “Toprağı bol olsun” ibaresi de bir Şaman geleneğinden kaynaklanmakta. Şamanizm’in hâkim olduğu coğrafyalarda, eski asırlarda devlet başkanları kıymetli eşyalarla gömülürdü. Bu durum ise sık sık mezar soygunlarına yol açmaktaydı.
Bunun üzerine zamanla daha çok toprakla daha da büyük koruganlar (höyükler) yapılmaya başlanmış, bu da ölen kişinin daha muteber biri olduğu kabulüne yol açmıştı. İşte, “Toprağı bol olsun” temennisi böylece, ölen kişinin itibarlı bir şekilde öldüğüne işaret eden bir dilek haline gelmişti.
Hatta mezar ziyaretine gidenler, bu itibarı daha da arttırmak için kovalarla toprak götürüp, höyüğün üstüne dökerlerdi. Bu ibare Osmanlılarda ise ölen gayrimüslimler için kullanılmaktaydı.
İslamiyet’te vefat edenlerin ardından yapılan dua
İslam inancında ise ölümün çok farklı bir boyut olduğu, bu kaçınılmaz akıbette, dünyadaki anlayışların, yaklaşımların bir anlamı olamayacağı ilkesi hâkim olmuştu. Bu nedenle de vefat edenler için mezara herhangi bir obje vb. koyma anlayışı İslam’da – nadir çizgi dışı örnekler dışında – görülmemişti.
İslamiyet’te ölen kişi için tek gerekenin, Allah’ın rahmeti, merhameti olduğu dualarla da ortaya konulmuştu. Bu çerçevede, dinimizde klasik cenaze dualarından biri şöyle: “Allah’ım bizim dirilerimizi, ölülerimizi affet. Bizleri İslâm üzere yaşat, iman üzere öldür. Bilhassa bu mevtayı kolaylığa, rahatlığa, mağfirete, rızana erdir. Senin şanın yücedir. Senden başka ilah yoktur. Ölenlerimizi de, kalanlarımızı da bağışla.”